İZMİRİN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞU ( 9 EYLÜL )
09.09.2014 07:58İzmir’in Kurtuluşu

izmir’in düşman işgalinden kurtuluşu
İZMİR’İN KURTULUŞU (9 Eylül 1922),
Kurtuluş Savaşı’mız, İzmir’in işgaliyle başlamış, yineİzmir’in kurtuluşuyla sona ermiştir. Ülkemizi paylaşmak amacıyla Anadolu’ya saldıran düşmana ilk ve son kurşun orada atılmıştır. Bu özelliğiyle İzmir, bağımsızlığımızın bir simgesi sayılabilir.
İzmir, ne zaman ve niçin işgal edilmiştir? Şimdi onu anlatmaya çalışalım.
İzmir, 30 Ekim 1918′de imzalanan Mondros Mütarekesi (silah bırakışması) sonucu 15 Mayıs 1919′da işgal edildi.
Daha I. Dünya Savaşı (1914-18) sürerken, İzmir ve çevresinin Üçlü Uzlaşma (itilaf) Devletleri’nce (İngiltere, Fransa, İtalya) ele geçirilmesi planlanmıştı. Bu bölgenin, savaşa girmesi koşuluyla İtalya’ya verilmesi, Londra (1915) ve Saint Jean Maurienne (1917) anlaşmalarıyla kararlaştırılmıştı.
Öte yandan Ege bölgesinde Yunanistan’ın da gözü vardı. Osmanlılara karşı kazandığı Balkan Savaşı’ndan (1912) sonra bu isteğini açığa vurmuş, kendini Doğu Roma’nın (Bizans’ın) varisi sayarak Batı Anadolu bölgesine sahip çıkmak istiyordu. Yunanistan yöneticileri, kendilerini Megalo İdea (büyük düşünce) adını verdikleri bir hayale kaptırmışlardı. Bütün Rumları bir bayrak altında toplamak istiyorlardı. İşte şimdi bu büyük hayali gerçekleştirmenin tam zamanıydı: Osmanlı Devleti çöküyordu. Topraklan ise İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşılacaktı. Hemen onların yanında yer alarak bu paylaşımdan yararlanmak için, iyi bir fırsat doğmuştu. Öyle de yaptılar. Üçlü Uzlaşma Devletleri içinde yer alarak, 1916′da I. Dünya Savaşı’na katıldılar. Açıktan açığa, Ege bölgesi üzerinde hak iddia etmeye başladılar. Ne var ki, bu bölge, daha önce belirttiğimiz gibi İtalya’ya verilmişti. Bu çelişkili durum, Üçlü Uzlaşma Devletleri içinde birtakım sürtüşmelere yol açtıysa da, adı geçen devletler, İngiltere’nin etkisiyle, İtalya’yı safdışı edip bu bölgeyi Yunanistan’a verdiler.
ADIM ADIM İŞGALE DOĞRU
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından hemen sonra (6 Kasım 1918′de), bir İngiliz savaş gemisi İzmir Körfezi’ne girdi. Bunu, bir ay sonra ikinci bir İngiliz gemisi izledi. Asıl işgal donanmasının gelişi ise, 1918′in son günlerinde oldu. 1919 yılının ocak ayı başlarında, üçü Yunan gemisinden oluşan büyük bir düşman donanması İzmir Körfezi’ndeydi.
Donanmadan bir temsilci, 23 Şubat 1919′da, aynı zamanda İzmir vali vekili olan 17. Kolordu komutanı Nurettin Paşa’yı ziyaret ederek şunları söyledi:
— Osmanlı ülkesi, ingiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşılacaktır.
Yunan işgalinin hazırlıkları, böylece başlatılmış oldu.
İzmir’de oturan Rumlar, “Küçük Asya Cemiyeti” adıyla bir örgüt kurarak işgale yardımcı olmaya başladılar.
“Kızılhaç görevlisi” adı ve görüntüsü altında, İzmir ve çevresine çıkarılan Yunanlı askerler de aynı amaç doğrultusunda çalışıyorlardı. Bunlara, gizlice silahlanan yerli Rum çeteciler de yardımcı oluyordu. Türk halkına çeşitli saldırılar düzenleniyor, asıl işgale ortam hazırlanıyordu.
Olaylar, planlandığı gibi gelişti. Üçlü Uzlaşma Devletleri’nin 12 Mayıs 1919′da aldığı bir karar üzerine, Yunanistan ordusu, işgal hazırlığına resmen başladı. Batı Trakya’da bulunan bir tümenini, gemilerle yola çıkardı. Yunan gemileri, 14 Mayıs’ta İzmir Körfezi’ne girdi. Yunan gemilerine öncülük eden İngiliz Akdeniz Filosu komutanı amiral (Calthorpe), İzmir’deki askeri birliğimizin komutanına (Ali Nadir Paşa) şu notayı gönderdi:
— İzmir ve çevresi, Mondros Mütarekesi’nin yedinci maddesi uyarınca işgal edilecektir…
Türk komutanı da bu notayı, İstanbul’da bulunan Savaş Bakanlığı’na (Harbiye Nezaretine) bildirip ne yapılması gerektiğini sordu.
İstanbul’dan gelen karşılık ilginçti:
— Osmanlı Hükümeti’nin böyle bir işgalden haberi yoktur. Mütareke hükümleri böyle gerektirdiğine göre, İngiliz amiralinin teklifine uymak gerekir, deniliyordu.
Ne yazık ki, komutan da öyle yaptı; işgale karşı koymadı.
Düşman donanması, hiçbir direnişle karşılaşmadan, İzmir ve çevresindeki askeri noktalan ele geçirdi.
TÜRK HALKI ÖRGÜTLENİYOR
İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edileceği söylentisi, halk arasında hızla yayıldı. Haber, herkeste heyecan yarattı. Söylentilerin doğruluğunu öğrenmek isteyen İzmirliler, 14 Mayıs sabahı, 17. Kolordu’nun merkezi, Sarıkışla ve Vilayet Konağı çevresinde toplanmaya başladı. Daha sonra, Lise (sultani) binasında bir toplantı düzenlendi. Hemen bir kurul seçilerek, bilgi almak üzere Vali İzzet Bey’e (Kambur İzzet) gönderildi. Vali İzzet Bey, korkak ve çekingen bir adamdı. Kurula, söylentilerin doğru olmadığını, bu tür haberleri çıkaranların kötü niyetli kişiler olduğunu söyledi.
Tam bu saatlerde, İzmir Rum Metropoliti (Hrisostomos), Aya Potini Kilisesi’nde toplanan İzmirli Rumlara, Yunan askerlerinin ertesi gün kente gireceğini duyuruyordu.
Lise binasında toplananlar, iyice şaşırmışlardı. İşin doğrusu neydi? Kime inanacaklardı? Valiye ikinci kez gidildi. Rum papazın söyledikleri iletildi. Vali bunun üzerine, olayı gizleyemedi. Söylediği şu sözlerle, asıl kötü niyetli kişinin kendisi olduğunu açığa vurmuş oldu:
— İşgal sırasında yapılacak aşırılıklar, taşkınlıklar, ülkeye zarar verir, kan dökülebilir. Bu nedenle sakin olalım…
Bu sözler, sabırsızlık içinde haber bekleyen İzmirlileri çılgına çevirdi. Büyük bir öfke içinde, ne yapılacağı konusu tartışıldı. Hemen örgütlenmek, işgale karşı direnmek kararı alındı. Daha önce, olası (muhtemel) bir işgale karşı kurulmuş olan “Müdafa-i Vatan” örgütünün “Redd-i İlhak” (ilhakı ret) adını alması da kararlaştırıldı. Bundan sonraki çalışmaları, bu örgüt yapacaktı. Başkanlığa Moralizade Halit Bey, yazmanlığa (sekreterliğe) ise Nurettin Bey getirildi. Toplantıya katılanlar, ayrıca hemen o gece Maşatlık denilen parkta, bir miting düzenlenmesini de kararlaştırdılar.
Miting hazırlığı, “Redd-i İlhak”ın merkezi haline getirilen Kemeraltı Caddesi’ndeki Türk Ocağı’nda sürdürüldü. Yoğun bir çalışma sonunda iki bildiri hazırlandı. Bildirilerden biri, İzmirlileri Maşatlık’ta yapılacak mitinge çağırıyordu:
“Ey kötü talihli Türk!
İnsancıl Vilson prensipleri adı altında, hakların ve namusun çiğneniyor.
Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türkler’in Yunan’a katılmayı hoşnutlukla kabul edeceği söylendi ve bunun sonucu olarak, güzel ülke Yunanistan’a verildi.
Şimdi sana soruyoruz:
Rum senden daha mı çoktur?
Yunan egemenliğini kabulden yana mısın?
Artık kendini göster. Bütün kardeşlerin Maşatlık’tadır. Oraya yüzbinlerle toplan ve ezici çoğunluğu orada bütüıı dünyaya göster. Duyur ve kanıtla. Burada zengin, yoksul, bilgin, cahil yok. Ama Yunan egemenliğini istemeyen ezici bir kitle var.
Bu, sana düşen büyük bir görevdir. Geri kalma. Umutsuzluk ve umursamazlık fayda etmez. Binlerle, yüzbinlerle Maşatlık’a koş ve Heyet-i Milliye’nin (ulusal kuruluşun) buyruğuna uy!…”
İkinci bildiri ise, telgrafla bütün kent ve kasabalara gönderilecek biçimde hazırlanmıştı. Türk halkını, Yunan işgaline karşı uyarıyor, örgütlenip karşı çıkılmasını istiyordu. 14 Mayıs günü akşam saatlerinde bildiriler dağıtıldı. Kente akşam karanlığı çökerken, İzmirliler gruplar halinde Maşatlık’ta toplanmaya başladılar. Her gelen grup bir ateş yakıyor, yükselen alevler, bir güneş gibi ortalığı aydınlatıyordu.
Derken sabaha dek sürecek miting başladı. Görülmemiş, değişik bir miting oldu. İzmirliler, geniş alanı, grup grup doldurmuştu. Alevlerin aydınlattığı kürsülerden coşkulu konuşmalar yapılıyordu. Bir kürsüde Müftü Rahmctullah Efendi konuşurken, öteki kürsülerde Öğretmen Mustafa Necati, Gazeteci Hasan Tahsin, Türk Ocağı Başkanı Vasıf (Çınar) Bey gibi tanınmış kişiler konuşuyorlardı. Hepsi de işgal olayını kınıyor, halkı direnişe çağırıyordu.
Miting sürerken bir grup genç de İzmir cezaevine saldırdı. Direnişe katılmalarını sağlamak için tutuklular salıverildi. Ayrıca cezaevi yakınındaki askeri depolarda bulunan silah ve cephanclcr halka dağıtıldı.
İzmirliler, o geceyi heyecan içinde, ayakta geçirdiler.
İZMİR’İN İŞGALİ VE İLK KURŞUN
15 Mayıs sabahı, iki Yunan gemisi iskeleye yanaşıp içindeki aşkerleri karaya çıkarmaya başladı. Gemiden çıkan askerler (Evzon Alayı), İzmirli Rumların alluşları arasında Konak Alanı’na doğru yürüyüşe geçtiler. Çevrede toplanan Türk halkı da onur kırıcı bu yürüyüşü nefret dolu gözlerle izliyordu.
Yunan askerleri, toplu olarak Konak Alanı’na ulaştı. Oradan da Göztepe ve Güzelyah’ya doğru yöneldiler. Kemeraltı Caddesi’ne girerlerken bir silah sesi duyuldu. Askerlere yol gösteren Rum bayraktarın yere yuvarlandığı görüldü. İşte o an her şey birbirine karıştı. Orası sanki mahşer yerine döndü. Silahlı yerli Rumlar ve askerler, çevrede toplanmış Türkler, dört bir yana koşuşmaya başladılar. Bu kargaşayı, Yunanlı askerlerin yaylım ateşleri izledi. Birkaç dakika içinde, Kordon boyu’na uzanan yol, Türk şehitleriyle doldu. Şehitler arasında, düşmana karşı ilk kurşunu sıkan Gazeteci Hasan Tahsin de vardı.
Gözlerini kan bürümüş Yunanlı askerler, bu şehitlerle yetinmediler. Çevreye dağılıp önlerine çıkan her Türk’ü öldürdüler.
Daha sonra Sarıkışla’da bulunan kolordu merkezini ele geçirdiler, Başta Vah olmak üzere, bütün Türk yöneticileri tutsak ettiler. Tutsak yöneticiler, itile kakıla, topluca Pasaport İskelesi’ne götürüldü. Türk subayları, “Zito Venizelos!” (Yaşasın Venizelos!) diye bağırtıldı. Bıına uymayanlar dövüldü.
İşbirlikçi yerli Rumların ve Ermenilerin desteğiyle, Yunanlıların sabah Konak Alanı’nda başlayan soykırım eylemleri, gece daha da artarak sürdü. Türklerin evleri basıldı, dükkânları yağmalandı. Çok sayıda savunmasız insan şehit edildi.
ÇEVRE KASABALARIN İŞGALİ
Yunan askerleri, iki gün sonra İzmir çevresine dağılmaya başladılar. 17 Mayısta Urla ve Çeşme; 20, 21, 22 Mayısta da Torbalı, Menemen ve Selçuk Yunanlıların eline geçti. Yunanlılar, daha sonra üç kola ayrılarak Manisa, Aydın ve Ayvalık’a yöneldiler…
İzmir ve çevresinin işgali, öteki illerimizde de büyük tepkilerle karşılandı. Başta İstanbul olmak üzere, olayın duyulduğu birçok illerde ve kasabalarda protesto mitingleri düzenlendi. Türk halkı, olaya sessiz kalan Osmanh Hükümeti’ne ve Üçlü Uzlaşma Devletleri’nin temsilciliklerine işgali kınayan telgraflar yağdırdılar.
Protesto mitinglerinin en görkemlisi, İstanbul’da Sultanahmet Alanı’nda yapıldı. Yüzbinlerce kişinin katıldığı bu mitingin en coşkulu konuşmacısı Halide Edip (Adıvar) Hanım’dı. (Bak: İstanbul’un Kurtuluşu)
Türk halkı, bir taraftan çeşitli yollarla olayı protesto ederken, bir yandan da örgütlendi. Başta Ege bölgesinde olmak üzere, Anadolu’da yerel kurtuluş örgütleri kuruldu. Eli silah tutan herkes, bu örgütlerin çevresinde toplanmaya başladı. Direnişçi çeteler ve yerel savanma örgütleri, daha sonra “Kuvay-ı Milliye” (ulusal kuvvetler) adını alacak olan düzenli ordumuzun ilk çekirdeğini oluşturdular.
Sonrasını biliyorsunuz: Üçlü Uzlaşma (itilaf) Devletleri’nin desteğinde Batı Anadolu’yu ele geçirmek isteyen Yunanlılara karşı İnönü, Sakarya ve Dumlupınıar’da yiğitçe çarpıştık. Dünyaya örnek olan bir bağımsızlık savaşı verdik.
MUSTAFA KEMAL’İN İZMİR’E GELİŞİ
Mustafa Kemal, bu sırada İzmir’e 50 km. uzaklıkla bulunan Nifte (Kemalpaşa) bulunuyordu. Başkomutanlık merkezi (karargâhı), geçici olarak NiPin az ilerisinde, İzmir körfezine bakan Belkahve’ye taşındı. Son çalışmalar burada yapıldı.
Mustafa Kemal, 10 Eylül sabahı İzmir’e geldi. İlk işi Vilâyet Konağı’na gidip yabancı devletlerin temsilcileriyle görüşmek oldu.
O gün öğle üzeri, kentte yeniden silah sesleri duyuldu. İzmir yakınlarında bulunan bir Yunan tugayı, kentin kurtuluşundan habersizmiş. Türk birliklerimize saldırmışlar. Süvari birliklerimiz, kısa süren bir çatışma sonunda, sayısı 3 binden fazla olan son Yunan birliğini de ele geçirdi.
Artık Türk-Yunan savaşı bitmişti. Ne var ki, İzmir’de savaşın getirdiği kargaşanın hemen giderilmesi de kolay olmadı. Soygun ve talanların birkaç gün için önü alınamadı. Ermenilerin direnişleri sürdü. Bunlardan daha önemlisi, kimin çıkardığı belli olmayan yangınlar, birçok semti harabeye çevirdi. Savaşın İzmir’de açtığı yaralar, Cumhuriyct’i izleyen yıllarda hızla sarıldı. Kcnl, birçok onarımdan sonra eski güzelliğine kavuştu.
TARİHTE İZMİR
İzmir’in kuruluş tarihi oldukça eskidir. M.Ö. 3000 yılında kurulduğu sanılıyor. Bilinen en eski adı Znıürna’dır. Söylenceye göre bu ad, bir Amazon kadının adından alınmış. O yörede yaşayan Erektid’ler, Amazonlarla savaşıp yenilmişler. Daha sonra Erektidlcrin kralı Smyrna adında bir Amazon kadınla evlenmiş, yöreye de onun adı verilmiştir.
İzmir, M.Ö. 7. yüzyılın sonunda Lidyalıların, 6. yüzyılda Perslerin, daha sonra da Büyük İskender’in eline geçti. İskender’in ölümünden sonra Bergama Krallığı’na bağlandı. Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Bizans içinde kalan İzmir’e, 1076′dan sonra kısa bir süre için Selçuklular (Kutalmışoğlu Süleyman Bey, Çaka Bey) egemen oldular. Bizanslılar tarafından geri alman İzmir 1320′de Aydın oğlu Gazi Umur (Ömer) Bey’in yönetimine geçti. Osmanlı Devleti’ne bağlanması ise 1426′da, İkinci Murat zamanında oldu.
Osmanlılar döneminde, sırasıyla Ayasuluğ (Aydın), Anadolu, Kaptanpaşa eyaletleri içinde yer aldı. 1867′den sonra ise Aydın Vilayeti’nin merkezi oldu.
Tanzimat yazarlarından Şemsettin Sami (1850-1904) , Osmanlı dönemindeki İzmir’i şöyle anlatır:
“Anadolu’nun en büyük ve en bayındır kentidir. İstanbul’dan sonra gelen bir vilayet merkezidir. Bu özelliğinin dışında, bir ticaret limanı olması da önemini artırır. Önemli tarım ürünleri pamuk, üzüm, incir, zeytin, afyon, palamut, tahıl ve baklagillerdir.”
İzmir, Osmanlılar döneminde olduğu gibi, bugün de Ege Bölgesi’nin en büyük kenti ve tarihsel değerler yönünden en zenginidir. Ayrıca Cumhuriyet’ten sonra hızla sanayileşmiş; bir liman ve ticaret merkezi olma özelliğini korumuştur.